Aramızda maziyi anan, Müzeyyen Senar plakları arasında minik sempatik zaman yolculukları yapan birçok gönül dostu bulunmakta. Oz, Twin Peaks, Friends izledikten sonra hayko cepkin gibi “ne kaldı ellerimde..” diyen bu çilekeş güruh dönem dönem öpüp koklayıp bağrına basmak istediği diziler arıyor. İşte o dönemler hepimiz test edileceğiz dostlarım… Size incil satmak istiyorum gibi girdim lafa biliyorum ama gerçekten de o anlarda gustomuz sınanacak. İşte tam da o vakitlerde gönül rahatlığı ile Wilfred’a sarılabilirsiniz. Çünkü emin olun, Wilfred özleminizi biraz olsun dindirecektir. İşbu yazı da Wilfred’ın ne olduğunu, neyi anlattığını tatlı sempatik bir şekilde, adeta karıncanın belini incitmeden, anlatmak için yazılmıştır
Mark Twain “sanity and happiness are an impossible combination” der birinci bölüm açılışında ve bilmem kaçıncı kez intihar notunda düzeltmelere giden Ryan ölmeden evvel bu dünyadan güzel bir kare çalmak için güzel komşusuna el sallar , yatağa uzanır ve son uykusuna yatar. Bu “Veronika Ölmek İstiyor”un intihar bölümü kadar güzel, hüzünlü ve naif bir andır. Ryan ölmek ister istemesine ama işler planladığı gibi gitmez ve bu onun son uykusu olmaz. Bir türlü ilaçlar etkisini göstermez ve Ryan en nihayetinde ölmeyi beceremediğini idrak eder. O sırada kapıyı yan komşu Jenna çalar ve köpeği Wilfred’i Ryan’a emanet eder. Yalnız çok acayiptir ki Ryan Wilfred’i köpek kostümü giyen bir insan olarak görmektedir!
Wilfred Ryan’a arkadaşlık eder ve adeta Ryan’ı yeni bir insana çevirir. Başkalarının istediklerini yapan biri olmaktan vazgeçer Ryan. Kız kardeşinin bulduğu işi kabul etmez, gerçek bir adam olur, kabadayı komşuya iyi bir ders verir.
İlerleyen bölümlerde de gördüğümüz üzere Wilfred son derece bulanık bir karakter olarak tasarlanmıştır. Çoğu sahnede Ryan’a toplumdan çekindiği için yapamadığı şeyleri yaptırdığı için bir bilinçdışı metaforu olarak yorumlanabilir. Bunu destekleyen bir çok şey bulunmakta. Zaten Wilfred da bazen buna inanmamızı istiyor ve “ben senim” gibi şeyler söylüyor. Bazen sadece Ryan’ın bilebileceği şeyleri bildiğini ona gösteriyor. Bütün işaretler Wilfred’in bir bilinçdışı temsili olduğunu gösteriyor. Her şeyden önce Wilfred ile en çok bodrumda takılıyorlar. Bodrum bilindiği üzere psikoloji-mimari çerçevesinde bilincin dışına ötelenen, bastırılmış şeyleri simgelemekte. Bunun için Romero’nun ilk zombi filmine bakılabilir, kötülük bodrumda peydah oluverir. Evil dead’de kötü ruhların mahzene kapatılması buna örnektir. Psycho’da Norman’ın bodrumu da bir başka örnektir. Yalnız Wilfred seyirciyi manipüle ettiği için bu konuda net bir fikir sahibi olmamız mümkün değil. Sürekli gerçek olmayan hikayeler anlatıyor, Ryan’ın ve seyircinin aklını bulandırıyor. Ot içildiği için görülen bir karakter olduğuna kanaat getirildiği anda bu sefer temiz olan Ryan hala Wilfred’i görmeye devam edince yine şüpheye düşülüyor. Zaten Wilfred bazı sırları açıklarken filmlerden alıntı yapıp bir beklenti içerisinde olan seyirci ile dalgasını da geçiyor.
İkinci bölümde “her şey birbiri ile ilgilidir” diyor ya işte o biraz da Lostie kafası. Hatırlarsak adaya düşenlerin başına gelenler de hep geçmiş ile ilgiliydi, onları daha iyi bir karaktere sürükleyecek olan adaydı. Orada eksikliklerini tamamlama şansları oluyordu; tıpkı uçak düştükten sonra yürüyen ve lider olan John Locke gibi. Ryan’ın dizide başına gelenler de onun geçmiş yaşantısının açtığı yaraları kapatmak uğruna olabilir. Yalnız Ryan’ın ablasının “sana ilaç vermedim, şekerlemeydi onlar” demesi tüm ihtimalleri(ölü, komada vs) sarsan bir durum. Gerçi o kısım da Ryan’ın yeni dünyasının yanıltıcı görüntülerinden biri olabilir zira içtikten sonra görüyor onu da.
Psikoloji bağlamında kafamızı biraz daha güzelleştirelim isterseniz:
Üçüncü bölümdeki bir sahnede Ryan ile Wilfred bodrumda oturmaktadırlar. Ryan bir anda saatin geriye doğru hızla döndüğünü görür. Ayaklarına bakar, bir çocuğun ayaklarına sahiptir. Sonra dişine elini atar ve dişi çıkar yerinden. Wilfred “bu daha sonra olacaktı” der. Sonrasında Ryan kabadayı komşudan yumruğu yiyip dişi gerçekten kaybeder. Ryan’ın ayağını küçülmüş görmesi çocukluğa dönüşü dolayısı ile bilinçdışını simgeler. Yani bodrum bu çocukluğa geçişe yardımcı olduğu için bir bilinçdışı alanıdır. Bu alanın canlısı Wilfred tam anlamıyla bir bilinçdışı figürü gibidir. Beyzbol topu ile oynaması çocukla oynanan fort da ya da diğer deyişe ce-e oyununu anımsatır. Isırmakla oral dönemi, kıçına sürttüğü paspasla anal dönemi, “babam değilsin benim ve senden nefret ediyorum” derken de genital dönemi yansıtır.
Beşinci bölümde Wilfred Ryan’ın adeta törpülenmemiş tarafı olduğunu gösterircesine sadece insanlar tarafından önemsenmek isteyen mütevazi ve üsturuplu Ryan’a İsa olmayı gösterir(insanların öleceğini anlayan köpek rolü yaparak -ve belki de onları kendi öldürerek- Ryan’a “onların İsa’ları benim” der ). Ryan sadece önemli biri olmak istemişken Wilfred çatıda yağmurun altında dikilirken “bende tanrı kompleksi yok Ryan, ben tanrının kendisiyim!” der. Çıkacakları tv şovu öncesi onu frenlemek isteyen Ryan’a “soru Ryan ne istiyor değil; “Wilfred olsa ne yapardı?” derken bastırılamayanın dönüşündeki kaçınılmazlığa dikkat çekilir. Yani toplumsal normlar gereği sadece önemli olmak isteyen insan içten içe en önemli ve en güçlü olan-tanrı- olmak istiyordur.
Altıncı bölümde ikisi arasındaki baskınlık mücadelesinden resmen ilk kez bahsedilir. Ryan ilk kez dominant olanın Wilfred olmasından rahatsız olup ona karşı çıkar ve Wilfred’a gazete ile vurur. Yine de bunun geçici olduğu ve Wilfred’ın yani bilinçdışının baskın duruma geçeceği bölüm içinde bir kez daha onanır.
Yedinci bölümde aynada kendini görme, kimliğin tanımlanmasındaki hatanın temsil edildiği bir sahne vardır ve bu kimlik belirsizliğinin en temel sahnesidir. (wilfred ile Ryan’ın görüntüsü çakışır gibi olur) sekizinci bölümde Wilfred, Ryan’ın öfkelenmesini istemektedir. Bu şekilde içindeki enerjiyi dışarıya kanalize edecek ve sıkıntısını sonlandıracaktır.
Sekizinci bölümün son sahnesinde Wilfred bir anda Ryan’ın çocukken kaybettiği köpeği Sneakers’a dönüşür. Bu geçmişle ilgili anıların biriktiği bir yer olan bodrumda gerçekleşir. Ryan’ın Sneakers’ın kendi hatası yüzünden öldüğünü düşündüğünden ona suçluluk duygusu hissettirecek o anıyı bilinçaltına gömmüştür, yani bodruma. Buna ilaveten bodrumda Ryan’ın oyuncaklarının da olması, çocukluğa ait nesnelerin varlığı zaten birçok bölümde vurgulanan bilinçdışı metaforunu güçlendirmektedir.
Dokuzuncu bölümde Ryan annesi ile yüzleşir. Ryan’ın annesinin de aynı şeyleri yaşadığını öğreniriz bu bölümde. Wilfred’ı, yani Ryan’ın kötü tarafını törpülemektedir annesi. Wilfred bu yüzden ona hemen ısınır, sevgi yoksunluğunu onunla kapatır. Yalnız alengirli bir nokta var ki o da bu sürecin tam da intihar ettikten sonra başlaması –depresyon tetikli bir mental rahatsızlık olabilir- kafa karıştırıcı. Ayriyeten Ryan’ın annesi de zamanında ot içtiğinden bahsediyor bir yerde, muhtemelen uyuşturucu bu rahatsızlığı azdırıyordur ve bilincin patronluğuna son veriyordur.
On birinci bölümde Bruce isimli bir karakter ortaya çıkar ve Ryan’ı Wilfred hakkında uyarır, onun hayatını mahvedeceğini söyler. Bu bir güven testidir aslında, Ryan kafasında yarattığı bu ikilikte Wilfred’dan yana tercih kullanır ve ikisinin aslında bir olduğu, ayrılamayacakları gerçeği vurgulanır.
On ikinci bölümde Ryan sahilde kitap okurken karşıdan güzel bir kız gelir ve Ryan’în okuduğu kitaptan alıntı yapar:
“rüyaların gücünü asla hafife alma”
Bu rüyadan fırlamışa benzer güzel İtalyan kızla takılmak için Jenna’ya verdiği sözden vazgeçmesi gerekmektedir. Kablolu tv bağlamaya gelenler için evde beklemesi gerekiyordur ve bu yüzden kızın teklifini reddeder, sevdiği için fedakarlık yapar. Wilfred durumu müthiş bir emsal ile açıklar:
“herkesin bazen fedakarlık yapması gerekir. İsa’nın hikayesinde olduğu gibi.Romalı askerler de pantheon’da takılıp memelere bakmak istemişlerdir ama İsa’yı öldürmeleri gerekiyordu”
Ryan bu bölümde bir rüya görür ve bu rüya bilinçdışı ile olan irtibatının, yani Wilfred ile olan ilişkisinin hangi düzeyde seyir ettiğini göstermektedir. Wilfred, Ryan’ın aklından geçenleri bilmekte ve rüyalar yoluyla da onu etkileyebilmektedir.
On üçüncü bölümde Wilfred yine seyirciyi manipüle eder. Ryan bütün bu olanlara mantıklı bir cevap aramaktadır, Wilfred ise yine kendi üslubunda cevap vermektedir:
“Ryan, tanışmamızdan önceki geceyi hatırlıyor musun? Aldığın hapları?
Evet.
İşe yaradı, dostum. Üzgünüm, Ryan. İşe yaradı…Burasının normalden farklı olduğuna dikkat etmişsindir sanırım. Kafan karışıyor, değil mi?
Ben deli?...
Hayır. İkisinin arasındasın. Hangi tarafa geçeceğin bugünkü toplantıda belli olacak. Jenna işini geri alırsa hayatına devam edebilirsin.
Bunların hepsi hayal mi yani?
Adada olan şeyler gerçek ama geri kalanı hayal.
Ne adası?
Son dediğimi unut.
Wilfred!
Kara duman!
Lost'u izledim, Wilfred.
Finali nasıldı sence?
Neden bana düzgün bir cevap vermiyorsun?
Haydi ama, Ryan Bunlar karışık, varoluşsal sorular…Bunları sıkıcı Rus yazarlara ve LSD kullanan gençlere bırak. Gerçek insanlar bunları düşünmezler!
“
İşte bu sahne her şeyi özetler aslında. Çünkü Ryan kısa bir süre içinde iyi biri olmaktan vazgeçip fırsatçı bir avukata dönüşüp ihtirasının kurbanı olur. Jenna’yı etkilemek adına yaptığı şeyler etrafındakilere zarar verir. Tam da kız kardeşine şantaj yaptığı anda kız kardeşi Kristen ona bir soru sorar: “sen kimsin?” işte bu soru Ryan’ın bodrumdayken Wilfred’a sorduğu sorudur. Ryan tam anlamıyla bilinçaltının karanlık tarafının kontrolüne girmiştir. Oysa Wilfred onun karakterindeki pasifliği dengelemek için vardı, Ryan’ın Wilfred’a dönüşmesi için değil. Ryan Wilfred gibi olamazdı, insandı o. Zaten Wilfred da işler bu yöne sürüklenirse diye bir vasiyet yazıp bodruma bırakmıştı. Ryan her şeyi mahvettiğini anladığında bodruma gitmek istedi ve….
Birinci sezon o sahne ile sona erdi. Ryan’ın psikolojik problemi ile mücadelesini- toplumsal baskı ve kendi arzuların arasında sıkışmışlığın bilinçdışı ve bilinç eksenindeki temsilini- anlatıyor dizi. Yani Ryan’ın kendi iç çatışmasını. Bunu destekleyen sayısız sahne ve gönderme bulunmakta, son sahne de bunların en kuvvetlisi.
İkinci sezon Ryan’ın mental durumu açıklığa kavuşturulabilir fakat bunun bile bir Wilfred manipülasyonu olduğunu düşünebiliriz. Hatta oraya duvarı Wilfred’ın örmüş olabileceğini bile aklımdan geçiririm ben. Efsane bir karakter olacak Wilfred’dan her şey beklenir. Şu an her şey netmiş gibi gözükse de işler daha çok karışabilir. Çünkü o Wilfred ve biraz da bu yüzden ikinci sezon öncesi çok net konuşmak biraz zor…
3 yorum:
2. sezona dair fikirlerinizi de merak ediyorum. Umarım yazarsınız
Teşekkürler. İkinci sezonu da ilgiyle takip etmekteyim şu an, büyük ihtimalle sezon bitimi daha geniş bir yazı gelecek buraya.
Yorum Gönder