Ülke olarak gerçekten zor zamanlar geçiriyoruz... Görüyorum ki göçebelik geçmişimizin hakkını veremiyoruz, sürekli evde oturuyoruz… bugün perşembe...bugünü tolere edebilirim ama cuma günü de aynı şeyler yaşanırsa galaksiyi yok etmeyi gözden geçirebilirim...hadi perşembeleri neyse de... Günümüzde gençlerin cuma geceleri evde oturmaları olağan bir şey haline gelmiş ya işte bu beni gerçekten çok hüzünlendiriyor… Eskiden Texas civarlarında, cuma akşamlarını sadece x-files izleyenler, futbol takımı seçmelerinde çuvallayanlarlar evde geçirirlerdi. Bir Texas gerçeğiydi bu, bir gençlik ağıdıydı...
Şu an o günleri hatırladıkça efkarlanıyorum, o günlerin hatrına salonda bir oyun çizip touchdown peşinde koşuyorum. İnanır mısınız, bu uğurda salondaki koltuklara çarpa çarpa kısmen gerizekalı oldum ben. Bu yazıyı da kısıtlı imkanlarla yazıyorum, elimdeki beyin hücrelerinden maksimum verim alıyorum da ancak bu yazıyı yazabiliyorum, o derece. Yine de buna değer, her şey o güzelim günlerin anısını yeşertebilmek için... Eşsiz zamanlardı, Dallas Lisesi 98 mezunları ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır...
Bu yazıyı olur da cuma akşamı dışarı çıkamayanlar olur aramızda, işte onlar için yazıyorum...ah bu gerçekten de kanayan bir yaramız, pain in the ass adeta.
Korku filmi Elementleri
Evet sevgili cani ruhlar, iflah olmaz ruh hastaları, incir reçeli tadında bir paylaşım ile tekrar karşınızdayız. Ya işte ben de incir reçelini değil, oluk oluk akan kanı sevdim! Bu bölümde Serengeti'de cinsel yaşamı işlemeyi düşünürken son anda karar değiştirip korku filmlerinin bileşenleri dosyasını ele almaya karar verdik. Çoğul konuşup işe profesyonellik katmaya çalışıyorum ama aslında hepsini ben yaptım, buna rağmen birinci tekil kişiyim, ne yazık. Yazılanlar “ipimle kuşağım” editör grubunun keyif katsayısı ile doğrudan bağlantılı olup en nihayetinde evde paçanga böreği yapan, eski surf tahtası üstünde gömlek ütüleyen bir kitleden de daha fazlasını beklememek gerektiğine de dikkat çekmekte fayda var. Ayrıca, only the god can judge me.
Bu bileşenleri literatürde, kuzu derisi parşömenlerden öğrenildiği kadarıyla, birkaç başlık altında toplayabiliriz. Sakın ha şu an literatür taraması yapıp da bizim yalanımızı ortaya çıkarmaya uğraşmayın. Çünkü emin olun ki bunu öğrenirsek gece uykunuzda geliriz, sizi öldürürüz, sonra cenazenize gideriz, cenazenize gelen herkesi de öldürüz. Aman ağzımızın tadı kaçmasın…
İlk bileşenimiz katil. Katillerin bu cinayetleri işlemeleri için elbette ki bazı sebepleri var. Mesela Norman Bates bir "cinsiyet stresi" yaşamaktadır. Annesinin kollarından çıkamayan, psikoseksüel açıdan yıpranmış bir katildir. Leatherface ise bir ailenin yoksunluğunu çekmektedir. Evdeki hilkat garibeleri adeta bir şehir ailesi pastişidir. Buradaki en büyük etken izolasyondur. Teknolojiye yenilen kasaba terk edilmiştir ve kalanlar yeni bir kült yaratmıştır Teksas’ta. Bates Motel de yeni otoyolun dışında kalmış, pek de uğranılmayan bir yerdir ve zaten annesinin aşırı korumacı tavrı yüzünden sosyal hayattan izole olan Norman bu sayede iyiden iyiye yalnızlığa itilmiştir.
Bazense katil olma motivasyonu Halloween'deki gibi çocuksu bir öfkedir. Michael Myers'ın ablasını sevişirken görüp öldürmesi böyle bir öfkenin ve de elbette ki muhafazakar cezalandırıcılığın tezahürüdür. Kimi durumlarda cinselliği tecrübe edememe durumu Krueger gibi sapkın eğilimlere sürükler insanları. Bazı katillerde seksüel arzu yerini sadistik arzuya bırakmıştır, tıpkı sevişmekten ziyade testeresini savurmayı tercih eden Leatherface gibi. Kadın katillerin motivasyonları çoğunlukla erkeklerin aksine çocuklukla değil de yetişkinlikle ilişkilidir. Mesela tecavüze uğrayan kadının intikam aldığı filmler gibi. Bazı katiller Norman Bates gibi belli oranda sosyalize olmuştur ama bazıları -Jason Voorhees ormandaki bir kulübede yaşar. Myers bir akıl hastanesinde büyür- yani toplumdan izoledirler.
İkinci konumuz Rus kızları…Yok, burada sizleri "uyarmak" istedim ki libidonuz yükselsin, yazının sonuna kadar onunla idare edersiniz…İkinci bileşen ise "korkunç mekan"dır. Freud'un ev gibilik diye tanımladığı tekinsizlik burada devreye girer. Eve benzeyen ama ev gibi olmayan mekanlar korkunun kaynağıdırlar. Mesela The Texas Chainsaw'daki ev(gidip o evi görme imkanınız da var, gören dostlarım var, kendinden korku atmosferli bir yer). Kim oraya, ya da jason'un annesinin kesik başını sakladığı kulübeye ev diyebilir ki a dostlar!?!
Bir diğer bileşenimiz ise "silah". Korku filmleri genellikle pre-technological bir yerde geçer ve bu yüzden silah herkesin ulaşabileceği nitelikte aletlerdir çoğu zaman. Ayrıca bir fallik simge olan bıçak korku filmlerinin favori silahıdır. Norman Bates'in Marion Crane'i katlettiği duş sahnesine(kare kare planlamıştır Hitchcock), Halloween'e, The friday the 13th'e baktığımızda bunu görürüz. Ayrıca bıçak bedene penetre etmeye yarayan fallik bir obje olduğu için istismar filmlerinde(vampir, tecavüz vs kategorileri) sıklıkla kullanılır.
"Kurban"ı unutmamak lazım. "Gayrimeşru" seks, seksüel öfke ve ödipal psikoz en temel telef olma sebepleridir. Ayrıca erkek pek süslü olmayan sahnelerle sadece hatasından dolayı cezalandırılırak öldürülür, kadın ise...işte sadece kadın olduğu için dahi öldürülebilir! Çünkü kadının öldürülmesinin estetik bir değeri vardır. Ayrıca kadın Succubus dediğimiz erkekleri ayartan varlık gibi görülür ve seksin kefareti onun üzerine kalır. bir erkek tarafından korunulan, sadakate dayalı ciddi bir ilişki yaşayan bir kız iseniz erkeğinizin sizi kurtarma şansı vardır ama her daim.
Final girl konsepti... Arkadaşlarının ölümüne şahit olan, başlarda zayıf biri iken sonradan erkeksileşerek katil ile yüzleşen ve onu haklayan esas kızlar korku filmlerinin vazgeçilmezlerindendir ki slasher tamamen bunun üzerine kurulmuştur. Bu karakterler erkek olabildikleri ölçüde yenilmezdirler. Zaten kendi animuslarını/animelerini da bir erkek karakterde bulacaklardır, böylece tamamlanacaklardır.
Şok...Birden oradan buradan bir şeyler çıkması yolu ile korkutmadan bahsetmiyoruz elbette. Şok ediciliğin etkisi çok şey vaat edip az şey göstermekten geçer ki referans film olarak Psycho'ya bakılabilir. büyü'ye, dabbe'ye falan bakmayın kazara, her şeyi unutup içinde bin bir gizem barındıran pasifik yakınlarındaki bir adaya taşınmak zorunda kalırsınız.
Ayrıca korku literatürüne giren bir film ve iki terimden bahsetmekte fayda var: “Lewton bus” ve “cat scare” ile Cat People.
Robin Wood'un da dile getirdiği üzere korku sineması kodlarının aslında 60'lardan yıllar yıllar önce Val Lewton filmlerinde kendini gösterdiğini bu film vasıtasıyla görebiliriz. Korkuya psiko-cinsel bir boyut sokan ve korkuyu evimize(film için New York) kadar getiren bu film Lewton'un atmosferi iyi, ucuz horror filmi yapma metodolojisinin ürünüdür. Ayrıca bastırılmış duyguların ortaya çıkması konseptiyle de korku filmleri metin okumalarının favori konusu olan "return of the repressed"in bir örneğini ortaya koymaktadır. Sonraki yıllarda kötüyü bize yaklaştıran Peeping Tom(ilk) ve Psycho gibi ilk slasher örneklerine de gereken uygun zemini hazırlamıştır.
Hatta cat people kurgu olarak da etkileyecektir diğerlerini. Korku filmlerinde bir şey olacakmış gibi olur da bir şey olmaz bazı durumlarda. Yani katilin ortaya çıkacağını vaat eden bir gerilim müziğinden sonra bir anda bir fare peydah oluverir ya da tanıdık bir arkadaştır aslında kapıdaki. Bu bizi önce geren sonra da içimize su serpen bir harekettir. Bu feyk atma durumuna Lewton bus (bus effect) adı verilir. Cat People'daki bu formdaki bir sahneden ötürü bu ismi alır. Yine beklenen korku figürünün ortaya çıktığı ve beklentileri karşıladığı sahneler vardır. Hakikaten de dolaptan ghostface'in çıkması buna örnektir. Buna da cat scare denilir. Hasılı cat people hem işleyişi hem de subtext'i ile modern korkunun müjdeleyicilerindendir.
Korku Sineması Özet
Biliyorum artık her şeye daha az vakit ayırmamız lazım, daha hızlı yaşamamız ve daha çok şey yapmamız gerekiyor. Bu yüzden özet geçeceğim bazı şeyleri…ayrıca bu teknoloji sayesinde zamandan kazanıyoruz ama diğer taraftan da esas önemli olan bu kazandığımız zamanda ne yaptığımız. Bir halt yapmıyoruz, yemişim teknolojiyi sevgili dostlar. Neyse çok cümle kurdum, vaktinizden çaldım, sadede geliyorum…
Her şey biraz da Melies'in Lumierre kardeşlerden etkilenip sinemayı gerçek bir sanata dönüştürmenin ilk adımını atması ve bugünkü anlamıyla özel efektleri kullanmayı akıl etmesi ile alakalı. Her ne kadar Griffith gerçek anlamda sinemayı şekillendiren adam olarak sinemanın babası kabul edilse de melies "yorum farkı" ile Lumierre'in bilimsel icadının sanatla arabuluculuğunu yapmıştır.
İlk çekilen korku filmi olarak Murnau'nun nosferatu'sunu sayabiliriz sanırım. Dracula'yı İngiliz etkisinden uzaklaştırmak, telif ödememek için karaktere Orloc adı verilmiş ve hikayedeki İngiliz etkisi mümkün olduğunca azaltılmıştır. Gerçi Stoker'ın hanımı vesayet sahibi olarak Almanlara dava açmış ve kazanmıştır da. Sonra Almanlar filmi yakmıştır ve film benim bildiğim kadarıyla Paris'teki depolarda bulunan kopyalar sayesinde tekrar (60'larda) izlenebilir kılınmıştır.
Korku sinemasının altın dönemi 1931'deki Dracula ile başlar. Bu filmi yapan Universal arsızca yardırıp mumya, Frankenstein, kurt adam filmleri yapar. Bu furya on yıl kadar devam eder ve bu süre boyunca devam filmleri yapılır. Bu da yetmez karma filmler yapılır. kurt adam ile frankenstein karşılaştırılır, mumyaya beş çayına , Dracula'ya altın gününe gidilir.
Yine de dalga geçmeyelim, biz nasıl ki testere'ye bakıp "vay babam vay" diyoruz, o zamanın insanları da bu filmlere aynı tepkiyi veriyorlardı.
Şimdi bıyık altından güldüğümğüz filmler o zaman sansüre takılıyordu. Hatta stüdyolar gelen yoğun baskıya karşı koyabilmek için otosansüre gittiler. Zaten 40'larda da sektör zayıfladı, her güzel şeyin bir sonu elbet olacaktı. Bu dönem bu oto sansür yüzünden "göstermeden korkutan" filmler yapılacaktı, misal Cat People.
1950'lerde atom dönemi geldi. Ed wood da bu aralar epey yardırıyordu. Bu dönem filmleri savaş sonrası dönem olarak anılır ve çok da parlak işlerin olmadığı bir döneme denk düşer.
50'lerin sonunda korku sineması güneş batmayan krallıkta tekrardan doğdu. Britanya'da efsane Hammer yapım şirketi ortaya çıktı ve "curse of frankenstein" ile paranın dibine vurdu(Mark Gatiss’in korku filmleri belgeseline bir bakın-BBC). Bu rüzgarla sayısız korku filmi çekti. Sektör patladı, italya ve meksika sineması korku açısından kendini aştı. abd ise korku filmi yaratımında o derece bolluk çekmiyordu, aynı otosansür yüzünden işler iyi gitmiyordu. 68 sonrası işler değişecekti ve özellikle 70'ler yeni bir patlamaya sahne olacaktı.
73 yapımı the Exorcist ortalığı duman etti ve uzun zamandır bu tarz filmlere burun kıvıran büyük yapım şirketlerini tekrar korku türünde filmler yapmaya teşvik etti. Yalnız bu büyük şirketlerin dönüşü idi yoksa her dönem küçük ölçekli yapım şirketleri bu tarz filmler deniyorlardı.
70'lerde Hollywood dışından şahane filmler çıktı. Tobe Hooper'in Teksas testere katliamı, Romero'nun zombi filmleri ve sonlara doğru Carpenter'in Halloween'i sektörü şaha kaldırdı. Bu başarılı işler yönetmenlerin hollywood bileti olacaktı. Sonraki dönemlerde Sam Raimi de Evil Dead ile aynı yoldan yürüyecekti.
90'larda işler değişti ve Scream ile self refleksif filmler furyası başladı. Filmin içerisinde korku filmi konvansiyonlarını bilen kurgu karakterler vardı ve oyunu açık etmekteydiler. Zaten bu filmler günümüzde bazı insanlar tarafından fan movie olarak görülürler.
2000'lerde uzak ülkelerin filmlerine yöneldi insanlar. Uzak doğu filmlerinin remake'leri yapıldı.
Çok fazla uzak doğu, hindistan , italya gibi ülkelerin filmlerine girmeden; psikanaliz -marksist okumalara bulaşmadan, ötekileştirme ve bastırılma kavramlarının derinine inmeden ve zaman-mekan dahilinde filmleri değerlendirmeden "fan" seviyesinde hızlıca aktarsaydık sanırım böyle bir şey olurdu. Belki de olmazdı, ben böyle yazdım, beğenmeyen en güzel kızına almaz.
Evet çocukları yatırdığımız için bu yazının kimseye zararı dokunmamıştır zaten. hepimiz olgun insanlarız, bugün evlensek çocuğumuz olur, azmetsek seri katil olacak seviyedeyiz... Bu sempatik, canısı paylaşıma ortak olanlara teşekkür edip, okuyucularımızın akıl hastanesi sponsorumuzun indiriminden faydalanabileceklerini hatırlatmak isterim. Ayrıca güzelim bir de şunu hatırlatmak isterim:
"şu dünyada en şiirsel an güzel bir kadının ölümüdür"
-Edgar Allan Poe-
Kıyamam…Cuma akşamı görüşmek üzere.