Bütün bir hikayeye kahraman olamamış o güzel abilere, ablalara adıyorum bu yazıyı. nobel, pen faulkner, oscar falan kazanırsam da onlara adayacağım zaten. ...
“Çılgın bilim adamı “ ya da yurt dışında kullanılan ismi ile “mad scientist” viktoryen dönem sonrasındaki hızlı değişimin getirdiği yeniden inşa döneminin endişeli insanını simgeliyordu. İngiltere sanayi devrimini gerçekleştirmişti, Londra sanatsal anlamda önemli bir metropol olmuştu, aristokratlar gazetecilere villasının balkonundan müstehcen pozlar veren Robert Downey J.R kadar rahattı. Halk ise… açtı lan aç! Böyle bir dünyaya çocuk getirmek gerçekten akıl karı değildi ama dönemin ingiltere’sinde Karındeşen Jack isimli manyak ısrarla hayat kadınlarını öldürüp viktoryen ahlak bekçisi olarak insanları akşamları evde kalıp çocuk yapmaya zorluyordu. İşte bu dönemin sonunda değişim sancıları çeken İngiltere tanrıyı oynayan bilim adamı konseptine sempati ile yaklaştı. Yine de bu konsept her daim bilim adamının bertaraf edilmesi ile son buldu. Yani tanrı olamıyorduk! Tanrı olamayan insan, tanrının inayetine sığınan bir kahraman olmanın yollarını aradı. Madem konseptimiz kahramanlık, o vakit sinemada kahraman arketipinin yolculuğundan, kahraman konseptinden biraz bahsedelim. Ben bunlardan bahsederken siz üzerinize hafif bir şey alıp gelebilirsiniz…Sonuçta başka bir dünya mümkün; daha sapkın daha ateşli.
Kahraman olmanın ilk evresi bir adım atmaktır. Kahraman sıradan dünyadan maceralar dünyasına adım atar. Mesela gardroptan Narnia’ya geçer. Yalnız bu yeni sihirli dünyaya giriş o kadar da kolay değildir. Kahraman öncelikle büyük bir risk, tehlike ile yüzleşmeli ve kahramanlık göstermediği takdirde olacaklara dair bilgilendirilmelidir. Misal “Bu dünya yalan, makineler bize arkadan bağlanıyorlar” mesajını kahramanın ulağı kahramana ulaştırır ki Matrix’teki “follow the rabbit” buna, Alice in Wonderland üzerinden yapılan bir saygı duruşudur. Bildiğiniz gibi, Alice’i harikalar diyarına açılan deliğe ulaştıran da beyaz bir tavşandır.
Genellikle kahraman bu yolculuğunda birincil yol göstericisi olan babasından kalan vasiyeti yerine getirir. Babanın yolunda yürüyüp onu onamak için savaşır. Yalnız serüvene adım atmak o kadar kolay değildir. Kahraman genelde büyük bir şey başaramayacak kadar güçsüz olduğunu düşünür. Loser birinin aslında seçilmiş kişi çıkması bu evreyi en etkili şekilde seyirciye sunmanın altın kuralıdır. Mesela Wanted’da Wesley tam bir loser iken birden babasından miras aldığı yetenek ve banka hesabına yatırılan çok sıfırlı meblağ sayesinde yeni birine dönüşme şansını yakalar; lakin bu hiç de kolay değildir.
Size “galaksiye adalet getirecek kişi sensin Luke” deseler ne dersiniz? “Benim adım Luke değil”den sonraki en popüler cevap “ya bi siktir git” olacaktır. İşte bu noktada devreye intikam girer. Adaletin tesisi her şeyin önüne geçecektir. Birisi sizin karınızı, oğlunuzu katlederse siz de Maximus gibi güçlü bir motivasyon ve yenilmezlik efsunu ile arenaya doğru koşturursunuz, düşmanı sikip atarsınız. O saatten sonra, kendinizi yetersiz gördüğünüz imparatorluğa adalet getirme hedefi bile artık aklınıza yatmaya başlar; hatta o artık sizin kaderinizdir.
Burada kahramanı cesaretlendiren şeylerden de bahsetmeliyiz sanırım ki kahramanlar hazırlıksız yakalanmasın. Excalibur gibi bir silah ya da adeta doğaüstü bir gücü simgeleyen bir nostalji nesnesi size çok yardımcı olacaktır. Buna örnek olarak Aragorn’un eline geçen yüce kılıç Narsil(ismi buydu sanırsam) de verilebilir veya William Wallace’ın mendili.
Bu doğaüstü yardım, eşik muhafızını geçmenize yardımcı olur. Kahraman eşik atlamak adına bu macera yolunu tıkayan taşı devirmelidir. “bugüne kadar kimse şunu yapamadı” diyen çakma bilge, “oraya gitmeyin gençler, oraya giden geri dönemez!” diyen ihtiyar korku filmi dallaması bunların en bilindikleridir… İşte bu şabalaklara kulak asmayan kahraman macera dünyasına adımını atar ve bu yolculuğun başlangıcı bir evrensel rahim simgesi olan ve Moby dick’ten hatırladığımız “balina karnı”na girmiş olur. Oradan başka bir insan olarak çıkacaktır kısmetse!
Kahraman artık bir yola baş koymuştur…Bu yolda sınanacaktır. Chuck Norris gibi dövüşeceği, yoda gibi kafasını kullanacağı zamanlar olacaktır. Hem anneyi hem de eşi temsil eden tanrıça arketipi ile yüzleşecektir bu macerada kahraman. Tıpkı Tron’da insanlar tarafından yaratılmayan Quorra ile muhabbet bağına giren Sam’in durumu buna örnektir. Pinokyo’nun peri anne ile karşılaştığı sahneler de aynı şekilde bu bağlamda değerlendirilir. Kahraman aynı zamanda animus’u olmaya baş koymuş femme fatale ile de karşılaşacaktır.
Bu evrelerden alnının akıyla çıkıp aşkı bulması onu babasının karşısına çıkmadan önce güçlendirecektir. Esas olan baba ile yüzleşip onun yolunu kutsamaktır zaten. Tron’da Sam babası ile yüzleşmek için Tron’a gider ve babası ile beraber Clu’ya karşı savaşır. Bu maceranın zirvesidir.
Kahraman bu noktaya kadar babasının vasiyetini (sembolik anlamda) yerine getirebilmek için acılar çekmiştir ve bu acılar onu kutsamıştır. Hatta bazı filmlerde kahraman bi ölüp de dönmüş gibidir adeta. Tam ölecekmiş gibi olur ama ölmez. Tanrıların dünyasına yüzünü dönüp Olimpos’u görmüş kahraman ilahlaşarak yeniden doğar. Oh yeah!
Kahraman bu kadar şeyi başardıktan sonra elbette ödüllendirilecektir. Bu kimi zaman maddi bir mükafattır kimi zamansa sembolik bir ödüldür. Mesela bu halkına barışı getiren bir komutan için tabii ki “özgürlüğün teminatı”dır.
Artık görev tamamlanmıştır; yalnız eve dönmek şarttır. Mesela zaman yolculuğu konseptinde bu sıklıkla kullanılır. Mesela Time Machine’de George’un Morlock’ları yendikten sonra dönmesi buna örnektir mesela. Bir başka örnek de Evil Dead 3’teki Ash’tir. Ash, Necronomicon’u alıp ortaçağ yaratıklarına ayarı verdikten sonra orada kalmayı seçmez, evine dönmek ister…Ah, hepimiz çocukluğumuzun bu çok kiralanan filminin ne kadar hazin bir sonla bittiğini biliyoruz. İşte bu da diğer o şeyler gibi bizi birbirimize yakınlaştıran ortak acılardan biri…
Ah, dediğim gibi geri dönüş o kadar kolay değildir bebeğim, bazen bir yemin edersin ki öylece dönemezsin! Orada tanrısal bir figürsündür ve artık oranın sihrini, gücünü bırakıp da gelmek o kadar kolay değildir. Seni oradan kurtaracak olan arkadaşlarının desteği olabilir. Mesela El Dorado Yolu’nu bulan ve oraya vardığında tanrı sanılarak saygıda kusur edilmeyen bir çizgi film karakteri kendi rızası ile geri dönmez(Road to Eldorado, 2000)!
Orada sahip olduklarını bırakıp bir dava uğruna onlardan vazgeçersin. Geri dönüş eşiğini geçerken süper güçlerini arkada bırakırsın. İşte bütün bunlar sona erdiğinde iki dünyanın da efendisi olan kahraman artık yeni kahramanlar için bir yol göstericidir de aynı zamanda. Artık bir efsane olma şansı vardır, zirvesel ölüm durumunda dahi adı gelecek nesiller tarafından anılacaktır. Bunun yanında son bir ödül vardır ki bu “aşk ödülü”dür. Tron’dan dünyaya dönen Sam’in cillop gibi Quorra(Olivia wilde) ile dünyaya dönmesi gibi. Oysa ben de zamanında tetris oyunu yapmıştım…ben dünyaya bir çubuk, bir kare verdim. O ise bana sadece yalnız kalmam için uzun bir zaman …
“Ulan bütün yazdıkların erkek kahramanın yolculuğu ile alakalı!” diye sert çıkanlar olacaktır. Aksine ben kadınlarla ilgileniyorum! Ne derece ilgilendiğimi bilsen şu an sayfayı terk edersin ama dur gitme! Oysa ben en çok kaleydoskop gözlü kız ile çilek tarlalarında koşmak isterdim, bana ne elin herifinden! Bu yüzden erkek kahramanın efsunlu psikolojik yolculuğunu alıntıladığım Joseph Campbell hocanın öğrencilerinden biri olan Maureen Murdock’ın “kadın kahramanın yolculuğu” isimli eserinin de adını burada geçireceğim. Sanıyorum ki “the heroine’s journey” nin satışları benim blog yazımdan sonra en çok satanlar listesinde İncil’in hemen ardından ikinci sıraya yerleşecektir.
Kadın hayranlarımı kaybetmek istemediğim için biraz da ondan bahsedeceğim sizlere. Griffith ırkçıydı, Hitchcock kadın düşmanı, ben ise çok acayip kadın severim, herkesin türlü türlü huyu var… o değil de kadın kahramanın yolculuğunu androsentrik(erkek merkezli) bir şekilde anlatmak ne kadar doğrudur bilmiyorum ama şartlar bunu gerektiriyor. Dünya vahşi, hayat da çok zor…
Şimdi baktığın zaman kadın niye yolculuk etsin lan? Kadın zaten büyülü masal dünyasının ortasında. Bütün hikayeler kayıp olan bir şeyin aranılıp yerine konulması üzerine değil mi sevgili psikanalistler? Kadın zaten o erkek kahramanın büyülü dönüşü yaşayıp, kendini tanıyıp, büyülü masal dünyasını fethetmesi hikayesinin kayıp arzu nesnesi…ne, ben seksist miyim?! Aşk olsun.
Kadın maceraya çıkmadan önce kadınsılıktan kopar….çocuk bakmaktan sıkılıp gidip iş bulur, kendini erkeklerin dünyasında da var edebilmek için çabalar. Göğüslerim hava yastığı olmasın, gidip para kazanayım der. Bu serüvenine ev sahipliği edecek dünyada ona yardım edecek bilge bir insan bulur. Bu bilge insan ona yardımcı olacaktır. Bu noktadan sonra kadının girdiği bu yeni dünyada kendi animus’u ile karşılaşması gerekecektir. Bunu yaparken, yani erkeksi yanını tamamlarken kadınlığa atfedilmiş bazı yalan yanlış mitleri de yıkıp geçecektir...
“iki başlı ejderhayı öldürme” zamanı gelmiştir. Hem iş hem de aile hayatı aynı şekilde düzene sokulacaktır. Hem dışardaki sembolik dünyanın canavarını hem de içindeki despotik erkek canavarı yok etmesi sonucunda “acımasız devi öldürmek” görevini başarıyla tamamlar. Kendisine bakmak için bir erkeğe ihtiyacı olmadığını, beyaz atlı prensi beklemeyeceğini kararlılıkla vurguladığında “parlak zırhlı şövalyeyi öldürmek” görevi de başarıyla tamamlanmış olur.
Sonra bir an gelir ki kadın kahraman her iki dünyanın da efendisi olduğunu sanar. Mesela işinde bir ödül alır ama tam o anda çocuğunun vaftiz törenini kaçarır(oha, bu çok saçma oldu. buna benzer bir durumu kaçırır işte) sonra gün gelir tanrıça dediğimiz figür ile tanışır. Bu figür onun içindeki kadın tarafın tekrar canlanmasına yardımcı olur. Bazen de bir büyükanne figürü ortaya çıkar ve atalardan kalan kadınsı akıl ve iyileştirmenin simgesel temsili olarak kahramanı kendine getirir.
Birkaç aşama sonrasında kadın kahraman kendisine iyi davranan, hoşgörülü erkeği bulur ve kadınsı güçlerini yeniden bütünler. Kadınsı ve erkeksi özellikleri dengeleyen kadın psikolojik dengeyi kurup iki dünyanın efendisi olmayı başarır.
işte böyle sevgili süper kahramanlar...gün gelir de kahraman olamadığınız için üzülmeye başlarsınız işte o zaman hatırlamanızı isterim ki biz tüm nesiller içerisinde işleri en güzel batıranız. sırf bunun için bile saygıyı hak ediyoruz. kahraman olamadığınız için üzülmeyin, siz böyle de güzelsiniz.
Kaynakça
Indick, I. (2005). Psychology for screenwriters, building conflict in your script. Michael Wiese.Retrieved from http://books.google.com/books/feeds/volumes?q=0941188876
Campbell, O. (1973). The hero with a thousand faces. Retrieved from http://books.google.com/books/feeds/volumes?q=0691017840
Murdock, M. (1991). The heroine's journey. Shambhala Pubns.Retrieved from http://books.google.com/books/feeds/volumes?q=0877734852
0 yorum:
Yorum Gönder