Blog dışında neler yaptığımı merak ediyorsanız diyerek... Yok, tabii ki böyle bir şey yapmayacağım. Aramızdaki mesafeli ilişkiyi, son derece sinir bozucu ve gayriciddi bir insan olmamdan ötürü zorlanarak da olsa korumaya çalışıyorum. Aslında ben sizi korumaya çalışıyorum ! Neyse, buranın haricinde yazdığım bir başka mecra da Biletsiz. Oradan sinema ve daha bir çok şey hakkında zırvaladığım yazılara ulaşabilirsiniz. Ayrıca Ekim ayında "Biletsiz" isminde bir kültür sanat dergisi çıkaracağız. İşte ben böyle böyle sokaklardan ve suçtan uzak duruyorum. Bana karşı Ölü Ozanlar Derneği etkisi yapan oluşumlardan biri olan bu dergiye bir Haneke yazısı yazdım ki aman Haneke görmesin. Siz görün ama, siz yabancı değilsiniz. Ayrıca pek çok tatlı munis yazı da olacak dergide. Çıktığı gibi, dumanı üstündeyken sizlerle paylaşırım zaten. Ha bu şabalak nerelerde diye arada merak edersiniz, içinizi bir hüzün kaplar, Münir Nurettin'den bir şeyler dinlemek istersiniz, siyah beyaz bir türk filminde Sadri Alışık ağlamaya başlar, işte ben oralarda bir yerlerdeyim. Aklınızda bulunsun.
Biletsiz Projesi Üzerine
Posted in
20 Eylül 2012 Perşembe
Sevgili Gönül dostları, biricik müttefikler, canım kainat sakinleri...
Resident Evil Retribution
Şimdi
bana kaybolan yıllarımı verseler yine gider, har vurur harman savururdum. Zaten
o dönemlerde benden tutumlu, iki dirhem bir çekirdek bir kamu personeli olmayacağı
belliydi. Ben tüm kahramanlar gibi sefil ve değersiz hayatımın beni bir gün
insanlığı kurtarmakla sonlanacak bir maceraya sürükleyeceğine inanıyordum. Bir
gün, Raccoon City’yi kurtarmam gerektiğinde elimi taşın altına koymaktan
çekinmeyecektim. Kariyerimi bunun üzerine kurmuştum. Dünyanın en mendebur
şirketi, muzır isimli Umbrella’yı tek başıma çökertecektim. Planım bu yöndeydi.
Sen plan yaparken ebeveyn yukarıdan bakıp gülümser, “yazık ya kimin çocuğuysa…
Off, bizimdi değil mi bu çocuk?” dermiş. Bu yüzden hiç ciddiye alınmadım,
mücadeleme destek çıkan kimse olmadı. İşte sonra Raccoon City’nin ne hale
geldiğini de herkes gördü…
Capcom
itina ile güzel serileri hacamat ediyor, o konuda büyük bir istikrar var
şirkette. Resident Evil’in geldiği noktaya baktığında Capcom’un yerini yurdunu
tespit edip taşlar ve sopalarla oyun piyasasında bir devrim yapmak istiyor
insan. Artık işin iyiden iyiye “abi meydanda sniper var!”a döndüğü, FPS’nin tüm
zevki alıp götürdüğü zamanlarda serinin geldiği nokta şaşırtıcı değil; ama çok can
sıkıcı. Bir de bu yetmezmiş gibi seriyi filme uyarlayan Paul W.S.Anderson
deyyusu da aynı zihniyetin ürünü olan filmler yapıyor. Zaten ortada bir Jill
varken, ulan o olmadı Leon, Chris, Claire falan filan varken gidip Alice’i
hikayenin merkezine yerleştirmek serinin hayranlarına yapılmış büyük bir
yamuktu. Ama bu yamuk sayesinde şu an Anderson deyyusu Milla Jovovich ile
birlikte ve milyon dolarlarla oynuyor. Yani bu işten kimin karlı çıktığı
ortada. Milla bu deyyusta ne buldu bilinmez ama her biri birbirinden senaryosuz
filmler yapmak gerçekten büyük maharet olsa gerek. Gerçekten de filmler o kadar
senaryosuz ki ilk dört filmde “kıyamet sonrası”, “sanal gerçeklik”, “superhero”
gibi pek çok konsept hoyratça harcanıp ortaya aşure tadında bir seri çıktı.
Frank Rijkaard’ın türk futbolu hakkında dediği gibi “her şeyden biraz var ama
hiçbir şey tam değil”.
Ben
ingilizce bilmediğim halde zamanında bu oyunu oynarken üç sözlük eskitmişim,
ileride Harvard’da okumamı sağlayacak kadar parayı oyun piyasasına akıtmışım… E
insan haliyle daha iyi bir muamele bekliyor! Hem benim gibi kundaktan resident
evil oyuncusu olanları hem de “creator” Shinji Mikami gibi bir reisi
küstürdüler dünyaya. Düşündükçe sinirden balon balığı gibi şişiyordum ama yine
de Resident Evil Retribution’a gittim... Şimdi çok daha sinirliyim.
Serinin
son filmi yönetmenin “bakın nasıl da ileri teknoloji kullanıyoruz ehehee”
dercesine çektiği bir yavaşlatılmış geri sarım ile başlıyor. Anderson’un bu
gösteriş meraklılığı filmin genelinde de kendini gösteriyor. “Her şeyin fazlası
iyidir” diyerek seyirciye sonsuz tane Milla klonu göstermiş, zırt pırt tıpkı “The
Fifth Element” in açılışındaki gibi Milla’yı laboratuvarda füturistik bir
elbise ile uyandırıp “beyler repleri görelim” diyen bir adamdan da zaten başka
türlüsü beklenemezdi.Bu filmde de hiçbir masraftan kaçınmayıp serinin önceki
filmlerinde ölen, öldüğü düşünülen karakterleri tekrar bir araya getirmiş bu
şabalak. Bunu da “simülasyon ortamları” üzerinden meşrulaştırmış. Artık işi
iyice oyuna bağladıkları yetmezmiş gibi bir de simülasyon ortamlarında zihinlerine
sahte anılar ekilmiş tanıdık yüzlerle aynı karakterin varyasyonları ile
geliyor, karakterlerin etinden sütünden faydalanıyor. Filmde birden çok Rain ve
Carlos olması, Leon’un devreye girişi, esrarengiz ve bir o kadar da tatlı Ada
Wong’un da partiye davet edilişi ve West’in sürpriz yumurtadan çıkar gibi “ben
ve kaslarım emrinizdeyiz” dercesine geri dönüşü olayın “eski takımı tekrar
toplayalım” kafasının ürünü olduğunu gösteriyor; daha fazlası değil. Bunlara
ilaveten bir adet Jill ve Wesker de var filmde.
Filmde
Moskova, Tokyo, New York simülasyonları olduğunu hatırlatalım sevgili seyahat
tutkunları. Alice tıpkı bölüm geçer gibi bu simülasyon ortamlarını geçmeye
çalışıyor, evet çok yaratıcı! Allah’ım içimi bir karanlık kapladı. Sayid Jarrah’ın
içini kaplayan karanlık gibi esir aldı beni. Eskiden bana “aha green herb…
Yeşil ot buldum, şimdi güçlenip ananızı…” diye başlayan tutku dolu cümleler
kurdurtan oyun şimdi siyah beyaz fotoğraflarına bakıp kan kustuğum bir Yeşilçam
eski sevgilisine dönüşmüştü. Daha fazla dayanamıyordum… Yarısında çık… Elbette
yarısında çıkmadım, o kadar para veriyoruz gözlük falan…
Resident
Evil “serinin ve Milla Jovovich’in hayranlarını…” diye başlayan cümlelerle
tanıtılan bir film serisi, biz daha neyi konuşuyoruz. Lan The King Of Fighters,
Tekken, Street Fighter gibi arcade’lerin kısır hikayeli ve düşük bütçelerinin
de etkisiyle tırt ötesi olmalarını bir nebze olsun anlayabiliyorum ama Resident
Evil’in bu kadar yeni nesil bebelerine
yaranmak adına bu kadar düşmesini aklım almıyor. IQ almış başını gitmiş, zekadan
evde eni vici vokke diye dolanıyorum etrafta, bir indigo çocuğum, new age’im
ulan ben! Ama yine de bunu anlayamıyorum…
Resident
evil Retribution denilen şabalak görsel hazza dayalı, koskoca filmi “Milla’nın
kaçışı” gibi on dakikada geçilebilecek bir olay üzerine kuran bir film. Filme
elbette ki entelektüel haz için gitmeyeceksiniz, bence giderseniz de sevgilinizle falan gidin.
Filmin boşluğunda birbirinize sarılırsınız. Çünkü film öyle bir film ki “abi
filmin gameplay’i başarılı” diyerek tanımlayabiliyorum filmi. Varın gerisini
siz düşünün.
Ayrıca
Jill zamanında bana varaydın, evinin kadını çocuklarının anası olaydın hiç
bunlara gerek kalmayacaktı bebişim. Belalım, yaban çiçeğim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)