Seksenler ve doksanların başında doğan nesil; enformasyon
yığınının altında ezilmiş, kapitalist düzen tarafından doğumundan itibaren bir
proje misali şekillendirilmeye çalışılmış, konformizm ile boş vermişlik
arasında gidip gelen, büyük anlatıları
ve dahi siyaset terminolojisinde yeri olan tüm olguları ve kavramları
‘yeterince’ değerli bulmayan hatta bunlara burun kıvıran bir nesil. Şimdiye kadar filmin sonunu merak ettikleri
için televizyon başından kalkamamışlardı ama artık izninizle biraz ses
çıkaracaklar!
Siyasilerin apolitik olarak nitelendirdiği ama esasında çevrecilik,
kadın hakları, ırkçılıkla mücadele gibi konularda ortak hassasiyetleri olan ama
fikri mücadeleyi sahaya yansıtma tecrübesi olmayan bu kitle, esasında yeni bir
siyaset sanatının aktörü olabilme potansiyelini taşıyor. Bu insanlar evet,
televizyon karşısında büyütüldüler ve televizyonu ebeveyn bellediler; yıllar yılı belli sebeplerden ötürü alaycılık
ve umursamazlıkla bazı şeyleri geçiştiren pasifize bir kitleden öteye
geçemediler ama bu bilgi çağının çok görmüş, çok tüketmiş çocukları her ne kadar
siyasetli ilgili her şeyi “Bunlar eski ve anlamsız hikayeler” diyerek küçümsese
de kendi hayatlarına müdahale edildiğinde -güvendikleri hiçbir siyasi oluşum
olmamasının da etkisiyle- klavyeyi
yavaşça yere bırakıp sonunda ‘meydan’a çıkmaya karar verdi.
Hikaye internette başlayacaktı… Esasında bu çok yeni bir
hikaye değildi; bilgi epey zaman önce çok önemli bir güç haline gelmişti ve ona
sahip olacak olanlar bu ‘hastalıklı’ toplumun tek tip adam yetiştiren,
tahakküme dayalı sistemini yok edeceklerdi.
Teknoloji artık otoriteye dayatılmış bir silahtı ve bu ideal nesil
tanımına uymayan, ayrıksı (çapulcu) insanlar farklı düşüncelere tahammülü
olmayan iktidara isyan edeceklerdi; ama öyle olmadı. Sistem bu özgürlük
getireceği umulan yeni kanalları kendi menfaatleri doğrultusunda
şekillendirmekte pek bi hünerliydi. Sistem, geçmişten bu yana gelişen tüm karşı
kültür hareketlerinde sonunda işi kendi lehine çevirerek zaten rüştünü
ispatlamıştı… Yeni milenyuma duyulan ümitler
günden güne azalıyordu. Milenyumun
başından bu yana aynı iktidarın refakatçiliğinde yaşayan bu ülke insanları için
de aynı şey geçerliydi. Sonra bir şey oldu, belki biraz geç oldu ama adeta
Gandalf’ın beşinci günün şafağında gelmesi gibi bir etki yarattı.
Şimdi kendi içinde çok fazla ortak noktası olmayan, faşizm karşıtlığı altında birleşen bu kolay
tanımlanamayan kitleden bir temsil bekleniyor. Konvansiyonel iletişim aygıtlarına, bilindik
muhalif unsurlara ve bu düzenin bir şekilde parçası olmuş hiçbir şeye güveni
olmayan bir kitlenin kendine has bir temsil yaratması eşyanın tabiatına daha
uygun gözüküyor. Bu tabiatı gereği, (eğer gerçekleşirse) kuvvetle muhtemeldir ki
lideri olmayan, şeffaf ve yine internet tabanlı bir oluşum olacak. Dünyada
İsveç, Almanya, İtalya gibi ülkelerde birtakım “alternatif” siyaset
aktörleri halihazırda şanslarını denemekte ve bunlar arasında ülke yönetimine
ortak olma seviyesine gelenler dahi çıktı. Bu yeni siyaset anlayışı dahilinde
ortaya çıkacak bir hareket, Türkiye’nin kendi dinamikleri ile nereye evrilir,
ne başarır bilmiyorum ama bu direnişi gerçekleştiren insanların sandıkta da
direnmek isteyecekleri çok açık. Bunun da bu zor beğenen, çabuk tüketen, yeniliğe açık kitleye yaraşır “alışılmadık”
bir yolu olacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Şimdi esas mesele, direnişin
savunduğu değerleri sahiplenebilecek bir siyasi temsilin ortaya çıkıp
çıkmayacağı. Bekleyip göreceğiz, zaman bize gereken cevabı verecektir.